İBRAHİM GEORGE HAYRULLAH’IN KENDİNE AİT BİYOGRAFİ YAZISI – Bölüm 2

48

İbrahim George Hayrullah

İbrahim George Hayrullah (11 Kasım 1849 – 6 Mart 1926) yıllarında yaşamıştır. Amerika Birleşik Devletlerine ilk gönderilen mübelligtir. O, Amerikalıları ilk Bahai yapan kimsedir. Amerika’da ilk bahai mahfilleri kurdu. İbrahim George Abdulbaha ile daha sonra Bahai yönetmenliği ve inancı hakkında tartışması oldu. Bu olaydan sonra İbrahim George’un rütbeleri yani Amerika Bahai’lerinin teşkilat kuruculuğu ile Onların asıl ve en önemli sözcülüğü (Makamı) elinden alındı. İbrahim George bu olaydan sonra Muhammed Ali Bahai vahdetçi grubuna meyletti. Yüzlerce Amerikalı Bahai’yi o gruba bağladı.

 

Bahaullah Kitabının Yazılışı

Ben verdiğim dersler ve konuşmalarımdaki konuların herhangi bir değişimi ve yanlış anlaşılmasını önlemek için ki atamış olduğum müellimler ve mübelliğler tarafından yapılabilecek herhangi bir yanlış anlaşılmaları ve değişimleri önlemek için ve ayrıca onu mütalaa eden ve okuyan diğer kimselerin bir yanlışa düşmemeleri için bu konuları ve konuşmalarımı bir kitap haline getirilmesine ve onun yayılmasına karar verdim. 1898 yılının yazında bir daktilo makinası kiraladım. Ve eşim ve Bayan Anabel ile birlikte Mine eyaletinin kuzey bölümüne gittik. Orada Lubeck adında bir şehir vardı. Biz dokuz hafta orada geçirdik. Ben salonda enine boyuna yürüyerek aynen sınıfımdaki gibi ders konularını söylüyordum. Ve Bayan Anabel onları daktiloda yazıyordu. Her gün sekiz ya da 9 saat çalışıyorduk. Ve nihayet bu Kitaplar bir fasıl bölümü bitmiş oldu.

O zamanlarda Kitaplar adını Bahaullah koydum. Bu olayın hatırası için Bayan Anabel tarafından daktilo edilmiş iki nüshayı kendi yanımda sakladım. Bunların bir nüshasını New York’ta Bay Huware’ın yanında emanet olarak koydum. Diğer nüshasını da kendimle beraber Akka şehrine götürdüm. Bayan Anabel için kitap fasıllarını dikte ettiğim sırada Bayan Hayrullah, ki bizim odamıza çok az gelirdi, kapıyı açtı ve heyecanla şöyle dedi: ‘Hoş haber. Çok hoş haber!’. Sonra Bayan Getzinger tarafından bir telgrafı gösterdi. O telgraf Kaliforniya’dan gelmişti. O telgrafı benim için okudu. Orada şöyle yazıyordu: ‘ Bayan Herest Bahai emrini kabul etmiştir. Ve Akka şehrinin ziyareti için sefere çıkmak istiyor. Ben ve eşimi de davet etti ki biz beraberce Bahaullah’ın mezarını ziyaret edelim ve onun ailesiyle görüşelim. Ben bu sefere çıkabilmek için temmuz ayında New York’ta olmam gerekir. Çünkü gemiyle Fransa’ya gitmeliydik. Birkaç gün içinde biz New York’a gittik. Elbette ben Bahai dostlarla vedalaşmak için Chicago ve Kinoa’ya da bir uğradım. Kararlaştırdığımız zamanda Temmuz ayında ben ve eşim New York’taydık. Bayan Fubh Herest ve diğer konuklarıyla beraber gemiye bindik. Mübtedilerim için tertiplediğim sınıfların hiçbirisini için para almadım. Ve benim bütün tebliğ programlarım ve konuşmalarımın hepsi bedavaydı. Hatta bu kuralı tayin ettiğim öğretmenler için de koydum. Onlarında dini tebliğ için hiçbir hediye veya ücret almaya hakları yoktur. Ben kendi yaşamımın gelirini şifa verdiğim mesleğimle ve işlerimle sağlıyordum. Ve birçok zamanlarda hatta Christmas hediyelerini bile kabul etmiyordum. Birçok zamanlarda benim mahfil toplantılarında yapmış olduğum konuşmalarımın yer kiralarını cebimden veriyordum. Ve onlar hiçbir zaman bu paraları bana geri vermediler.

Akka Seferi

1898 yılının Temmuz ayında biz Forest Bismark adında bir alman buhar gemisine bindik. Birkaç gün Paris’te durduk. Bu sürede ben Bayan Fub Herest ve onun yanındakiler için Bahai talim programlarını tamamladım. Ve onlara Azam ismi söyledim. O ismin nasıl okunması gerektiğini ve nasıl o ismi okuyup yapmaları gerektiğini öğrettim. Aynı zamanda Bayan Herestin yanındaki kimseler ki Bahai talimlerini kabul etmiştiler onlarda İngiltere ve Fransa’da yaşıyorlardı. Ben Bayan Herest ile birlikte onların yanına gittim ve onlara yeryüzünde Ebha Melekûtunun yeryüzünde yaratması hususunda bazı konuları öğrettim. Böylece Bahai emr tabliği Avrupa’da başlamış oldu. Ben tek başıma mısırın İskenderiye şehrinden Akkaya gittim. Ben mısırda anneleriyle yaşayan iki tane kızımı görmek istiyordum. Yirmi bir gün onlarla beraber mısırda kaldım. Ve bu süre içinde Alman imparatorunun Arzi Akdes ( Bahailer Filistin’e öyle diyor)  ziyareti bitmiş oldu. O Arzi Akdes’den Almanya’ya döndü. Çünkü İmparatorun seferi ve ziyareti sırasında yabancıların hayfa limanına girmeleri yasaklanmıştı. Benim kızlarımda daha yeni Bahailiği kabul etmişti. Onlarda benimle birlikte Bahaullah’ın mezarını ziyaret etmek için Akka şehrine geldiler. Bayan Herest ve onunla birlikte olanlar bizden sonra Akkaya vardılar. Ve böylece asaleten Hristiyan olan ziyaretçilerin sayısı on altı kişi oldu.  Ben altı aydan çok Akka da kaldım. Akka da önemli olaylar oldu. O olaylar şu şekildedir:

Ben Hayfa da gemiden indikten sonra İranlı Hüseyin ile (bu adam ziyaretçileri tanımak ve onların konaklamasına yardımcı olmak için görevlendirilmişti) Akkaya gittim. Abbas Efendi Abdulbaha evinin ikinci katında konaklama odasında beni karşılamaya geldi ve şöyle dedi: ‘Ey Mehbub! Ey Bahanın Petrusu! Ey ikinci Kristof Kolomb! Hoş geldin.’ Ve beni kucakladı. Sonra biz bir koltukta oturduk. Ve o konuşmasına devam etti ve benim karşımda konuşarak bana çok iltifat etti. Ve benden onun evinde ona misafir olmamı istedi. Bende bu teklifinden dolayı ona teşekkür ettim. Sonraki gün Bahai bir Türk subayı benimle görüşmeye geldi. Benim batı formlu şapkamın yerine bir Arap fine tarzı bir şapkayı bana verdi. Ve şöyle söyledi: ‘Abbas efendi Abdulbaha bu fineyi baha Petrusu ve ikinci Kristof Kolomb ve Amerika fatihi için sipariş vermişti.’ Böylece mecliste olan Bahailer beni çok temcit ederek tebrik ettiler. Ve bu lakapları benim için tekrar tekrar söylediler.

Ben Behci binasında ilk defa revzeyi baha odasına girdiğimde (Bahaullah cesedinin defnedildiği yer) Abdulbaha bana dedi ki ‘sen ki ibadet ve münacat için bu odaya giren ilk Bahaisin.’ Fakat ben ondan sonra gördüm ki diğer Bahailerde o yere münacat ve ibadet için girme izni almışlardı. Bir gün Hayfa da o beni Kermel dağına götürdü. Kardeşi Muhammed Ali efendinin evini bana göstermek için. Sonra biz beraberce Bab megberesinin temellerini kurmak için yeri kazmaya başladık. Çünkü gelecek günlerde İran’dan babın cesedinin kalıntıları Hayfa’ya nakledilecekti. Biz her birimiz bir kazma ve kürek götürerek yeri kazıyorduk. Ve bir hizmetçide toprakları dışarı çıkarıyordu. Abdulbaha biraz sonra kazmayı bırakarak bana söyledi ki: ‘kürekleri yere bırakın.’ Sonra şöyle dedi: ‘Sen ilk Bahai adamsın. Ki bu büyük iftihara nail olmuşsun.’ O benim derslerimden ve sınıflarımdan çok methetti. Ve benim derslerimin ve konuşmalarımın doğru olduğunu kendi müritleri ve yanındakilere ilan etti. Ve kendi yazılarında bana Amerika’daki tanrı halkının çobanı olarak hitap etti. Ve onun etrafında olan müritlerde aynen onun gibi benimle çok muhabbetli ve iltifat ederek konuşuyorlardı. Hatta Abdulbaha’nın kız kardeşi Behiye hanım da bana ihtiram ve teşekkür etmek için kendi özel Kitapları bana hediye etti. Ve o hediyeyi kendisi tarafından Amerika’da Bahai emri için çalışan ve diğer Bahai mübelliğlerin onun yapmış olduğu işi yapamadığı kişiye, Baha Petrusu, Amerika fatihi olan kişiye bir hediye olarak verdim dedi. Bende ona samimi olarak çok teşekkür ettim. Ve o kitabı diğer değerli hediyelerin yanına koydum.

Ben Akka seferinden önce birçok defa Abdulbaha’dan bunu istemiştim ki Bahaullah sözlerinden bazılarını benim için göndersin. Ben bu yazı ve sözlerini o yüzden istiyordum ki kendi derslerim ve talim ettiğim kısımlarla ve yazılarla karşılaştırayım. Ve eğer benim söylediklerimde ve yazdığım şeylerde bir yanlışlık varsa ben onları düzelteyim. Ama hiçbir zaman benim isteklerim gerçekleşmedi. Bu yüzden Akka’da olduğum zaman ısrarla Abdulbaha’dan şunu istedim ki Bahaullah yazılarını ve talimlerini bana versin.  Ama Abdulbah’a böyle bir yazıların olduğunu inkâr ederek şöyle dedi: ‘bütün bu yazılar Akka’dan çıkarılmıştır. Çünkü Osmanlı yetkilileri onları bulursa Bahailerle uğraşmaya ve taciz etmeye bahane edecekler. Ben bu süre içerisinde kendi kitabım olan Bahaullah’ı Arapçaya tercüme ettim. Bu işi şu sebepten yaptım ki kitabımda eğer bir hata olursa Abdulbah’a kontrol etsin ve düzeltsin. Ama abdulbaha onların hepsini teyit etti. Doğudan ve batıdan gelen Bahailer ve kendi müritleri önünde kitapta olan konuları teyit etti ve kitaptaki yazılarımı çok temcit ederek teşekkür etti. Bir gün Bayan Hayrullah ile Bay ve Bayan Getzinger benden şunu istediler ki Abdulbaha’dan bu sembolik ibaretin manasını sorayım. Bu sembolik ibaret ki bu şundan ibaretti “o pak olmayan iki hayvan ki Nuh gemisine binme iznin aldılar o neydi?” Yani Nuh gemisine binme iznini alan pak olmayan, necis hayvanlar hangisidir? Bu ibaretin manası nedir? Abdulbaha’nın cevabı ‘onlar müşrik olan iki insandı. Onlar hile ile ve dindar olduklarını söyleyerek müminlerin arasına girerek gemiye bindiler.’ Ama ben sonra Abdulbaha’ya dedim ki bu ibarette gemi kelimesinin manası aslında tanrının kendisidir. Ve onlar tanrıyı kandıramazlardı. Böylece onların gemiye binme imkânları yoktu. Böyle bir iznin alınması da imkânsızdı. Sonra Abdulbah’a bana sordu: ‘eğer böyle ise bu konunun tefsiri nedir?’ ben dedim ki ‘O temiz olmayan, pak olmayan hayvandan maksat o valideynlerdi ki bu zuhurda (Bahaullah devrinde) onların iman edecek evlatları için tanrı onları kendi lütfuna şamil edecektir. Sonra Abdulbah’a diğer Bahailere yüzünü çevirerek bana dedi ki o Bahailere söyleyeyim ki her konunun iki manası vardır. Birincisi ruhani manası ve diğeri maddi manasıdır. Hem benim size söylemiş olduğum söz doğrudur, hem de Hayrullah’ın size anlattığı konu doğrudur!

Bu konuşmalardan sonra ben kendi bilgimin ve kendi ilmimin artması için Abdulbaha’ya sorular soruyordum fakat sorduğum suallere Abdulbah’a hiç cevap vermiyordu. Bu yüzden ben mecburen kendi sorularımı orada bulunan diğer Bahai mübelliğlerine soruyordum. Ama benim o mübelliğler ile bazı konularda görüş ayrılıklarım vardı. Bu konular ölümsüzlük, ruhun cavidanlığı, tekrar dünyaya dönmek (tenasuh), tekrar dirilmek (recat), tanrının sıfatları konusunda görüş ayrılığımız vardı. Bu görüş ayrılıkları hususunda Abdulbah’a bir zaman tayin etti ki onun huzurunda bizim ihtilaf ettiğimiz konularda konuşalım. Ve Abdulbah’a bizim aramızda hâkimlik edecekti. Bu sayede bizim görüş ayrılıklarımız vahdete çevrilecekti.

Uzun konuşmalar ve tartışmalardan sonra Abdulbah’a yüzünü bana çevirerek bana şöyle dedi: ‘Senin mantığın ve çıkarımların doğrudur. Ama tanrıyı sınırlı etmemelisin. İranlı doktorlarla mücadele etmemelisin.’

Ben ona söyledim ki; ‘Her şey ki biz tanıyoruz sınırlıdır. Tanrının kendisi hususunda ilmi, hatta bu ilimde sınırlıdır.’

Oda bana: ‘Bu konu yanlıştır. Siz tanrıyı sınırlı etmemeniz gerekir. Sen şöyle söyleyebilirsin belki, tanrı müstegil ve kendi mahlûklarından arınmıştır.

Ben cevap olarak şöyle dedim: ‘işte bu cümle ki siz diyorsunuz tanrı kendi yarattıklarından ve mahlûklarından arınmış ve müstegildir, işte bu cümle tanrıyı sınırlı yapmaz mı?

O anda Abdulbaha’nın yüzünün rengi kaçtı ve beyazladı. Kendi yüzünü benden çevirdi ve sonra kalkıp gülerek dedi ki biz başka bir zamanda bu konu üzerinde konuşalım. İşte bizim bu zamanda bu konular üzerinde ilk ve son konuşmalarımızdı.

Bu toplantıdan sonra İranlı ve Amerikalı Bahailerin bana karşı olan davranışlarında değişmeler oldu. Hatta benim eşim de bana karşı geldi. Onlardan soru sorduğum zaman, bana diyorlardı ki ‘bu soruların cevabını sadece Abdulbah’a verebilir’. Ve Abdulbaha’dan soru sorduğum zaman ise onun cevabı şu şekilde oluyordu: ‘Daha uygun bir zamanda görüşelim. Sana cevabını veririm.’ Ben kaç kere Bahaullah’ın emri ile ve Bahaullah’ın hayatı zamanında Hindistan’ın Bumbayı şehrinde bastırılmış kitaplar hususunda soru sormuştum. Abdulbaha’dan yardım istedim ama Abdulbah’a şöyle iddia etti ki ‘O kitaplardan bir nüsha bile Akka da yoktur. Bulamazsınız.’ Nihayet ben Amerika’ya dönüş yolu üzerinde mısırdan o kitapları aldım. Buna benzer olaylar benim Akka da olduğum zamanlarda çok oldu. Ama benim inancımda bir değişiklik olmadı. Benim kızlarımın inancında bile herhangi bir değişiklik yaratmadı. Çünkü bizim inancımız Ahdeyn Kitapların vadeleri ve tahminleri üzerineydi. Ama biz Güsni Azam (Abdulbaha) bu davranışlarından çok etkilenip üzüldük ve hayretler içerisinde kaldık. Amerika’ya döndükten sonra tanrı bizim gözümüzü Akdes Kitapları okumamızla açtı. Biz hakikati gördük. Bence her zaman gerçekleri derk edip bulmak, sabırlı olmak ve zamana bırakmakla olur. Şimdi ben gerçeği bulmak ve sunmak için bazı üzücü olayları naklediyorum. Ve birçoğunu da burada anlatamayacağım. Onlar hususunda bir şey söylemeyeceğim.

Abbas Efendi, Abdulbah’a güçlü ve kötü huylu bir siyasetçiydi. Onun siyaseti hilebazlıkta Türk ve Rum diplomasisinin bir karışımıydı. O kendi siyasetlerini ve becerilerini öyle bir yönetim ve beceriyle uyguluyordu ki hatta onun en zeki müritlerine diz çöktürüyordu. Saf olan diğer Bahai müritler için ise işi çok daha kolaydı. O bütün ziyaretçileri muhabbet ve dostlukla kabul ediyordu. Kendi müritlerini Akka ve hayfa şehirlerinde o ziyaretçilerin çevresinde memur ediyordu. Ki bu ziyaretçiler istedikleri yere kolayca gidebilsinler. Ve o memurlar onlara kulluk etsinler ve onları hiçbir zaman yalnız bırakmasınlar. Hatta onları yattıkları yere kadar uğurlamaktaydılar. Sonra o memurlar Abdulbaha’nın yanına gelip, Ogün olan bütün olayları ona rapor ediyorlardı. Bu casusluk sistemi içinde Bahai olan bütün ülkülerde uygulanıyor ve mevcuttu. Abdulbaha, Bahaileri Bahaullah yazılarını okumaktan men ediyordu. Ve bu yolla onların Bahai talimlerinin hakikatinden bilgisiz kalmalarına neden oluyordu. Onun kendi kardeşi, Muhammed Ali efendi yani Güsni Ekber hususundaki yazıları tamamen itham ve kin duygusu ile dolu yazılardır. Abdulbaha şöyle demiştir ki Osmanlı Türk devletinden bütün üzüntü ve zorluklar hepsi kendi kardeşinin ihanetleri yüzündenmiş. Böylece O(Abdulbaha) diğer Bahailer önünde kendisini masum göstererek onların himayelerini kendi üzerine çekti. Ve buna karşılık olarak onları kendi kardeşine karşı tahrik ediyordu. Onlar Muhammed Ali’ye karşı kuşku dolu görüşler besliyordu. Böylece onların Muhammed Ali’nin yanına gitmemesini ve gerçeklerden de habersiz kalmalarını sağlıyordu. Öyle kurallar koymuştu ki bütün müritlerinin işlerinde ve birbirleri arasındaki yazışmalara bile müdahale ediyordu. Ve her zaman onları gruplar halinde tutmaya gayret ediyordu. Ve onların birbirine karşı yüzleşmelerini sağlıyordu. Böylece onlarda bu gruplaşma ve karşılaşma sonucunda daima Abdulbaha’ya müracaat edip ondan yardım istiyorlardı. Abdulbaha’nın yapmış olduğu en kötü iş kendisini Bahailer ile tanrı arasına yerleştirmesiydi. Böylece kendisinin emirlerine itaat etmeyen kimseleri tehdit ederek cehenneme gidecekleri konusunda korkutuyordu. Saf müritlerinin küçük fikirlerinde ve kalplerinde bir korku yarattı. Bu korku insanlığın ve beşeriyetin en kötü düşmanıdır. İşte Abdulbaha’nın yaptığı iş buydu. Ayrıca Abdulbaha’nın bir niyeti vardı ki kendi ölümünden sonra yerine geçecek halefi için kendi kız torunu olan Şevki’yi hazırlasın. İşte tek başına bu iş bile ispat ediyor ki Abdulbaha’nın yetersiz olduğu ve hiçbir geçerliliğinin olmadığını gösteriyor. Çünkü bu Bahaullah’ın Ahdi Kitaplardaki vasiyetini tamamen bozmakta ve karşı gelmektedir. Çünkü o kitapta hekim olan tanrı hükmüyle Bahaullah Muhammed Ali Efendiyi Abdulbaha’nın vasisi olarak tayin etmişti. Bir gün Abbas Efendi Abdulbah’a Bedri Bey adında bir Türk subayını Amerika’dan gelen ziyaretçilerle birlikte akşam yemeğine davet etti. Yemek odasına gitmeden önce Abdulbaha benim kızım olan Nebihadan Amerikalı ziyaretçilere şöyle söylemesini istedi. ‘Eğer Bedri Bey sizden sorarsa acaba siz Fransızca biliyor musun diye, ona bilmediğinizi söyleyin.’ Çünkü bedri bey sadece Fransızca biliyordu. Biz yemek masasında oturduğumuz zaman Bedri Bey şöyle sordu: ‘Acaba hanımlar Fransızca konuşmayı biliyorlar mı?’ dediğim gibi Bedri Bey İngilizce konuşmayı bilmediği için bu soruyu sormuştu. Abdulbaha’nın isteği üzerine onlar kendi yeteneklerini gizlediler. Ve hayır dediler. Halbuki onlardan Londra dan gelen Bayan Crupier ve rahmetli annesi Bayan Tornburg ve Bayan Aberson çok güzel Fransızca konuşuyorlardı. Bence tanrı yalan konuşmaktan hoşlanmaz. Ve onun yalan konuşmasının nedeni her ne olursa olsun yalan konuşmak caiz değildir. Sonra Abdulbah’a yemek masası başında iki bayana onların geçmişinden olan bazı haberleri anlatmak istedi. Birden bire benim aklıma bir şey geldi. O bu haberleri diğer Amerikalı ziyaretçilerden öğrenmişti. Çünkü Bay Getzinger birkaç gün önce bu bayanlar hakkında konuları ve geçmişlerini İngilizce bir yazıyla bana vermişti. Yani bu yazılar o kadınların geçmişlerini anlatmaktaydı. Ben Getzinger’in isteği üzerine bu yazıları Arapçaya tercüme etmiştim. Çünkü bu yazıları Abdulbah’a istemişti. Sonra Abdulbah’a bu bayan ziyaretçilerin en kibarı ve en ünlüsüne yüzünü çevirerek kendisinin sanki gelecekten haber veren bir kişiymiş pozisyonunda şöyle dedi: on bin sene sonra sizin oğlunuzun gazetesi değerli bir hediye olarak bir padişahtan diğer bir padişaha gönderilecektir.’

Ben masadan kalkınca açıkça Abdulbaha’nın bu yaptığından razı olmadığımı gösterdim. Ama Abdulbah’a elini benim omzuma koydu ve gülerek şöyle dedi: ‘ bu işi bir hikmet üzere yaptım. Ki sen o hikmeti şimdi anlayamazsın!’ Tekrar masa başında Bay Getzinger Abdulbaha’dan izin istedi ve onun fotoğrafını çekmek istediğini söyledi. Abdulbah’a şöyle cevap verdi : ‘Sadece yedi yaşında olduğum zaman yani 1867 de resmim çekilmişti.’ Dedi. Ve sadece gelecekte bir tane daha resminin çekileceğini söyledi. Ki, o zamandır ki babasının tacını kendi başına koyduğu zaman ve onu şahadet için götürdükleri zaman ve onun vücuduna binlerce kurşun atıldığı zaman bu resim çekilecektir. Bu sözler hepimizin üzüntüsüne sebep oldu. Bazıları şiddetle ağladılar. Ama o tarihten sonra defalarca Abdulbaha’nın resimleri çekildi. Ve onun tahminleri hiçbir zaman gerçekleşmedi. Biz vedalaşmak için eşimle birlikte Abdulbaha’nın yanına gittik. Abdulbah’a ısrarla bizden şunu istedi ki; kendi yaşamımızı barış ve rahatlıkla geçirelim. Abdulbah’a bu sözleri söylerken eşim yüksek sesle güldü. Biz mısırdaki Port Seid limanına vardığımızda eşimin gülmesi o zaman anlaşıldı. Gördüm ki eşim birdenbire benden vedalaşmadan ben ve kızlarımı terk etti. Onun bu yaptığı ben ve diğer kimselerin hayretine sebep oldu.

 

Bu Makalenin Devamını 3. Bölümde Okuyunuz

BIR CEVAP BIRAK

E-posta hesabınız yayımlanmayacak

three + ten =